Dolar 32,5167
Euro 34,8858
Altın 2.451,84
BİST 9.885,26
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Sivas 26 °C
Az Bulutlu

ÜSTAD KONUŞUYOR -II

17.10.2022
155
A+
A-

İşte “ Muhasebe” şiiri bu görüşü yansıtıyor:

 

“MUHASEBE”

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!

Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!

Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide!

Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide.

 

Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!

Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası?

Evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık;

Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.

 

Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;

Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.

Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! !

Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!

 

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;

Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle…

Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç!

Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç!

 

İşte bütün meselem, her meselenin başı,

Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

 

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;

Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?

 

Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen,

İçimde homurtular, inanma diye gülen…

İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!

Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?

 

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!

Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,

Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.

 

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;

Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş…

 

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!

Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım!

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

 

Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?

Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!

Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;

 

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.

Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;

Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!

 

Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;

Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!

Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!

 

Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!

Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

Evet merhum yazar ve düşünce adamı Ahmet Kabaklı’ ya göre Necip Fazıl, çökmüş bir cemiyeti kurtarmak istediği ve bunu başaramadığı İçin devamlı çığlıklar atan bir mustariptir” Ahmet Kabaklı, Üstad ve Ahmet Kabaklı, s. 409

Necip Fazıl,siyasetteki başlıca gayesinin” ebedi yeni ve daima taze nesillerin” toplum hayatında “ maya tutması” olarak gösterir.

Xxx

“ Büyük Doğu ideali, tek zerresini feda etmeksizin İslama yol açmanın sistemidir.”diyen Necip Fazıl, hayatı boyunca güttüğü davanın kavgasını verir. Sağına ve soluna bakmadan doğru bildiği yolda tek başına da olsa yürümeye çalışır.

Üstad, adeta tırnaklarıyla taşı işleyerek resme şekil vermeye çalışan bir mermer ustası olarak tarihe geçti.( S. 393-399)

Toplumumuzdaki İslami duyarlığın tohumunu o atmıştır. Kuruyan çeşmeler gür sularını onunla yeniden akıtmaya başlatmış, suların apaydınlık, berrak akacağı günlerin hasretiyle yanıp durmuştur…

O öyle bir kaynaktı ki, kim gidip ağzını dayasa mutlaka onda içecek bir şey vardı…merhum Şair, yazar Cahit Zarifoğluna göre bütün bu insanları bir araya getiren, onda kaynaştıran şey ise İslam’ı. Üstad ve Cahit Zarifoğlu S. 369

 

“Gönüldaşlarına ufku gösterdi, ardından gelen gençliğe umut aşısı yaptı.

 

Mehmed’inin şahsında milletine yazdığı şu dizelerde görürüz bunu:

 

“Zindandan Mehmed’e Mektup

 

Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!

Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de, geri adam, boynunda yafta…

Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!

Kavuşmak mı? .. Belki… Daha ölmedim!

 

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,

Kırmızı tuğlalar altı köşeli.

Bu yol da tutuktur hapse düşeli…

Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak.

 

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir âlem ki, gökler boru içinde!

Akıl, olmazların zoru içinde.

Üstüste sorular soru içinde:

Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

 

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;

Kaydını düştüler, mühür basıldı.

Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;

Bahçeye diktiği üç beş karanfil…

 

Müdür bey dert dinler, bugün ‘maruzât’!

Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat…

Beni Allah tutmuş, kim eder azat?

Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem…

Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;

Sayım var, maltada hizaya dizil!

Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!

İnsanlar zindanda birer kemmiyet;

Urbalarla kemik, mintanlarla et.

 

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…

Yalnız seccâdemin yününde şefkat;

Beni kimsecikler okşamaz mâdem;

Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

 

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!

Dakika düşelim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksızdır aydan.

Karıştır çayını zaman erisin;

Köpük köpük, duman duman erisin!

 

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;

Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,

Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler…

Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!

Kanla dolu sünger… Beynimi içtin!

 

Sükût… Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;

Tek nokta seçemez dünyadan nazar.

Yerinde mi acep, ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?

Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

 

Ses demir, su demir ve ekmek demir…

İstersen demirde muhali kemir,

Ne gelir ki elden, kader bu, emir…

Garip pencerecik, küçük, daracık;

Dünyaya kapalı, Allah’a açık.

 

Dua, dua, eller karıncalanmış;

Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.

Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…

Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;

İplik ki, incecik, örer boşluğu.

 

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;

Karanlığında nur, yeniden doğuş…

Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!

Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

 

Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”

Rasim Özdenören’ in ifadesiyle Necip Fazıl, sanki sürekli olarak bir kefareti ödemek borcuyla dünyaya gelmiştir…Özdenören’e göre böylece o, bu dünyadan alacaklı olarak göçmüştür..”(sahife:364,Acelesi Olan Adam)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.