Ölülerin Suskunluğu
Ölülerin Suskunluğu
Anne ve babalar bize düşünceleri ve yapmamız gerekenleri miras bıraktı ama biz onları anlamadık hem annesiz Hem babasız hem düşüncesiz hem vazifesiz yani ” fakir” kaldık.
Hoşçakal gönlümün “tek kadını tek erkeği, anne baba” demeden bizden ayrılan anne ve babalarımız, şimdi bizden bir Fatiha bekliyor, haydi açın avuçlarınızı ve ” el Fatiha”. O sessizlik ülkesi Fatiha duasıyla dolsun.
Sekaret sürecinde annemin gözleri gözlerimin önünden gitmiyor, zaten bende gitmesini istemiyorum. Ölümünden üç gün önce oğlum Kazım ( babam yani) burdaydı şimdi, nereye gitti dediği an, anladım ki babam annemi götürmeye gelmiş. Gözlerindeki hüzün öleceğinden değil, beni yalnız bırakacağından olduğunu biliyordum. Bir keresinde bana “üzülme” olur mu demişti, şimdi gözleriyle diyordu, anlıyordum. Anne ve babaları toprağa koyarız ama onların kefenleri bizim yüreğimiz olur. Anıları hatıraları kokuları soluklarımızın taa içine gömülüdür. Hangi gün bir güzellik yapsak onların mezarlarından gelen ışığın bize yaptırdığını bilir ve yine açarız avucumuzu ” el Fatiha” deriz.
Annemin bütün hayatının hatta duygularının hatta ruhunun bütün sırlarına ben erişmiştim ki o veda etti, o el salladı. Seni evden daha çıkarmadan yaralanmış yüreğimle salonun ortasında kaldım.
Bir Müslüman merhametiyle terbiye ettiğin oğlunu yalnız bıraktın be anne. Sen bir Fatuma ben bir Adem torunuydun, bundan başkası da olamazdı zaten.
Ne çok dua etmiştim senin acına dayanamayacağımdan korktuğumdan senden önce ölmek için. Ama duam iyi ki kabul olmamış, sende ben için çok yanardın, biliyorum.
Günsarısı akşamlar bana zindan oldu, sen gittikten sonra. Gül kırmızısı sabahlarda sana gelir, “kızım günaydın, gece iyi uyudun mu” derdim, sen bir “canım” derdin ki taa yüreğinin içinden işte o zaman ben titrer ve kendime gelirdim. Her İlkindi ezanı okunurken eve gelir elini öper asker selamı verirdim ve sende alırdın. Şimdi sabahlar kızıla ilkindiler zifiri karanlığa gömüldü. Ev bomboş, artık güvercinlerde anladı yokluğunu onlarda balkona gelmiyor, o günden sonra. Artık beraber eskittiğimiz her gün dünler arasına karıştı. Örnek mi, çorabını giyindirdiğim gün dün oldu, tuvalete götürdüğüm gün dün oldu, donunu çektiğim gün dün oldu, banyo yaptırdığım gün dün oldu, el ele yürüdüğümüz gün dün oldu, Bişkek’te ıssız gölde piknik yaptığımız gün dün oldu, ben imam sen cemaat olduğun gün dün oldu. Sahilde dondurma, evde kaymaklı ekmek kadayıfı yendiğimiz günler dün oldu. İçli köfte yaptığın, katmerler yaptığın ballı börekler yaptığın günler daha şimdiden “taaaa” oldular , ya yarin ne olacaklar. Yani anne seninle birlikte sadece dünlerim değil yarınlarımda öldü. Ne çok hatıran yok yok dünün var saymakla bitmiyor. Zaman öldü, duman oldu, köz oldu Duam öldü. Haaa bak bu olmadı. Duam ölmedi, ölümünden sekiz gün sonra rüyama geldin, o sabah satamam dediğim evimi sattım, haaa duam ölmedi, mezarını ziyaret edip dönerken aklıma yirmi yıldır beni aramayan bir arkadaşım geldi (Fatih Kirişçioğlu) kalbimden ben Fatih’i kırmadım neden aramıyor diye geçirirken. Telefonum çaldı ve Fatih beni aradı. Bunlar senin dualarının halen bende olduğunun ve ölmediklerinin kanıtı değilmidir anne? Ruhunu teslim ettiğin gün sıradan bir gün değildi; cuma günü. Cuma günün ölenin duası hiç ölür mü?
Her sabah yatağımdan kalkıp odamdan çıkınca sağ tarafa bakamıyorum. Oraya bakınca sen yok oluyorsun ve beni hüznün soğukluğu ve derin bir sükünetle hatıraların bir kefen gibi sarıyor ve gün denilen zaman dehlizine gömüyor. ”Aha” tutulmuş anlarla yaşamak ne kadar olur bilemem ama yorgunluğumun ilacı sen olduğun için hayata “devam” emri verdim, anne.
Her kadının bir şarkısı vardır, bilirim. Annemin şarkısı;
Tabib sen elleme benim yaramı
Beni bu dertlere salanı getir
Kabul etmem bir gün eksik olursa
Benden bu ömrümü çalanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir
Bir kor oldu gövünüyor özümden
Name name iniliyor sazımdan
Dünyayı verseler yoktur gözümden
Dili bülbül gaşı kemanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir
Merhamet et karşısından bıkmadan
Hatırını gönülünü yıkmadan
Çabuk getir can bedenden çıkmadan
Fakirin derdine dermanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir
Yoksulun derdine dermanı getir
git ara bul getir saçlarını yol getir
Hadi beraber dinleyelim;http://www.dailymotion.com/video/xqah70_ibrahim-tatlises-saclarini-yol-getir_music
“Ölür isem mezarımın başına” ne acı bir mısra değil mi? Ne kadar acıklı bir ağıt değil mi? Anneme sormadım bu Türküyü neden sevdiğini. Unutmadan Bişkek’te bir Türk halk müziğini konserine gitmiştik, manas üniversitesinin konferans salonunda annem bu türküyü sanatçıdan istekte bulundu ve sanatçıda türküyü tam bilmiyorum anacığım ama bir kuple senin için okuyayım demişti.. of ff be yıllar offf be anne.
Bana derdin ki, ölüm anında şayet ölenin başında en sevdiği yoksa gözleri açık gider, ölüm anında yanında ben vardım ve gözlerini kendin yavaşça usulca bir tüy hafifliğinde kapattın. O an anladım en sevdiğin benmişim. Bana sorsalar anne nedir diye cevabım şu olur; geleceğini evlatlarına feda eden kadına anne denir. Eksik bir tanım; evladını her dem bağışlayan kadına anne denir.
Artık hayatımda bir hayalet değil bir hayal gibisin. Öyle bir hayal ki sakin havalarda ruhuma ateş saran, fırtınalı havalarda serin bir meltem olan hayal. Anne sen ölünce hayal dünyamda yıkıldı yeni fark ettim. Soğuk bir evde çıplak, yalnız ve rüyasız kaldım.
Annem babamla gökyüzünün doruklarında buluşunca, evimin çatısı yeniden inşa olmuş gibi hissettim. Acımın ve kederin rüzgârı uğul uğul ederek taaa içimdeki boşlukları dolduruyor bu günlerde. Yaşama heyecanımın mumu söndü. İçimde öyle bir şey eksildi ki yerini hiç bir şey dolduramaz. Şimdi orası odan gibi boş. O benim prensesim o benim Peri masalımın kahramanı olan kadındı, candı canandı.
İnce yüreğim, yufka yüreklimin yokluğuna dayanamıyor artık. Alev renkli bulutlarda ağlamaya ve Mezarına ektiğim çiçekleri sulamaya başladı.
Bişkek’te dağlara ve yıldızlara bakar köyünü hatırlardır. Özellikle sabahları karlı dağları balkondan gösterirdin ya, ben çok muhsun çok melül olurdum. Ama şimdi ne dağlara ne yıldızlara bakamıyorum. Yıldızlar kör kuyum, dağlar cüce oluyorlar. Herkese yapacaktın ama bu gidişi bana yapmayacaktın. Bir ümidim var senin yıldız olduğuna dair. Bir ümidim var beni seyir ettiğine dair. Şimdi seni yalnızlık balkonundan izlerken her yıldız sensin diye el sallıyorum. Hadi bir ip salla tutayım geleyim yanına. Yıldız olayım. El ele gezelim, dondurma yiyelim. Ekmek kadayıfı yiyelim. Bulutları Bişkek’in karlı dağlarını izlediğimiz gibi izleyelim. Çok üzdün beni anne, çok. Şimdi yalnızlığın ve yıldızların gölgesinde pervaneler gibi dönüyor bulutlar gibi ağlıyorum. Yüzünü düşlüyor ağlıyorum, odana giriyor ağlıyorum. Üzerimi giyince bana derdin “ki yiğit atın nerede eğlenecek” bende fakültede derdim, şimdi ne kimse soruyor ne kimse merak ediyor. Seni yakınımda bilmenin huzuruyla uzun uzun senin battaniyene sarılarak şu soğuk sonbaharı geçirmeye çalışıyorum. Sonbaharda hangi yeşil yaprak toprakta gazel olmadı ki? Ve şimdi gazeller örtüyor senin mezarını. Sonbahar bundan sonra benim sensin. Sonbahar bundan suçlu bir çocuk. Hem de çok suçlu.
Zalim bir rüzgâr baharı, geldi ve geçti. Yenibaharlar artık olur mu, anacığım, olur mu? Yenibahar senin yokluğunu anlayınca çiçek açacak mı acaba? Bıraktığın derin boşluğu ne dolduracak bundan sonra? Bana iman etmeyi sen öğrettin. Aslında maddi öğretmenim baban manevi öğretmenim sensin biliyorsun değil mi? Bişkek’te anlattıklarını hep yazdım gönlüme ruhuma. Yaşamayı senle sevdim ve senle öğrendim. Ya şimdi, ya şimdi. Dönüp gelmeyeceğini bildiğim halde yaşamayı sevmeye çalışıyorum. Şairin dediği gibi; cihanda itibarım varsa sendendir.
Anne sen orada beni bekliyorsun ben burada sana kavuşacağım günü bekliyorum. Ne diyordu şarkı; Elbet bir gün buluşacağız bu böyle yarım kalmayacak. Ben gurbette sen sıladasın. Sen Allah ülkesinde sevginin hasını ben ise gölgesini yaşıyorum. Ne demişti şair; dünyadaki sürgünümü uzatma. Anladın değil mi, anne?
Odalar Yok hayır senin gizli mabedlerin yirmi yıldır damla damla biriktirdiğin kokunun yoğunluğu leylak gibi sümbül gibi kokuyor artık. Gönül zengini annem benim. Bilemedim kıymetini. Artık mistik yalnızlığın tam merkezine indim. Kapı yoldaşım annem beni yoldaşsız bıraktı. Anne gönlüm seni doğuran anne gönlü gibi. Gönlüme başka kadın girmeyecek ve odan hep böyle kalacak emin ol. Kahverengi terliğin yatağının hemen yanında. Sandalyene sultan koltuğuna ben oturuyorum. Kokun üzerime sinsin diye.
Evlatlığın zevkindeyim annemle
Doldurmuşum ruhumu annemle
Kalkıyor kafile annemle
Mezara gidiyor annemle
Harabe oldu ruhum.
GECELER
Sokulurken güneş gecenin koynuna
Bölünür binlerce yıldıza çaresiz
Boyanır gök kubbe siyahın tonuna
Silinir yollardan gölge denilen iz
Matemindedir bütün kuşlar gündüzün
Kanat kanat toplanırlar ağlaşarak
Sarar her yanı karanlık dolu hüzün
Sus pus olur alem:dağ,taş,deniz,toprak
Bir esmer ağıt yankılanır göklerde
İsyan duyulur sokak lambalarında
Geceler doğar günün battığı yerde
Renkler susar tüm alemin nazarında
Bu zifirilikte gözler efkarlanır
Istırap solumaya başlar gönüller
Ne göz gözü görür ne ses sesi tanır
Çekilmiştir sanki kapkara tüller
Bir matem havasına bürünür şehir
Uzar gider saniyeler karanlıkta
Dalgalar sahile ağıtlarla gelir
Dillere vurulur ardarda, üç nokta…