Prof Dr Fuat Sezgin Üstadımızın ardından-I
Prof Dr Fuat Sezgin Üstadımızın ardından
İslam Aleminin yüzakı, Türk Milletinin Medarı iftiharı Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin üstadımızın ardından”
“ Okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız.”
Prof. Dr. Fuat Sezgin
Değerli Dostlar!
Cumanız Mübarek olsun.
Bildiğiniz üzere;
İslam Aleminin Yüzakı, Aziz milletimizin medarı iftiharı Merhum Fuat Sezgin Hocamızı , 30 Haziran 2018 tarihinde sonsuzluğa uğurladık.
Ahirete irtihalinin, dördüncü seneyi devriyesinde,Bu vesile ile,
Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı olarak ilan edilen 2019 yılında “Bilim Tarihi Dostu Prof. Dr. Fuat Sezgin” ismiyle hazırlayıp, 03.01.2019 tarihinde yayınlanan “ Bilimler Tarihi Dostu Prof.Dr.Fuat Sezgin “adlı kitap çalışmamızdan özet sunmak isterim.
….
Müze, Müzede Bulunan Aletler ve Bunların Yapımı
Frankfurt`ta da İslam-Bilim ve Teknoloji Müzesi`ni hayata geçirir. Bunu yaparken de İslam Bilimler Tarihi`nin bilimler tarihindeki yerini gerçeğe yakın bir şekilde göstermektir. Müslümanların icat etmiş oldukları aletleri ortaya çıkararak insanlara tanıtmak, bilinmeyen aletleri gün yüzüne çıkarmak ve bunları müzelerde sergilemek. İslam bilim aletlerini kitaplardan modeller halinde insanlara tanıtma gayreti ilk olarak benimle başlamış değil dese de o bugün kurduğu müzelerle, yaptığı araştırmalarla bu alanda hocaların hocası olmuştur.
Sekiz yüze yakın alet yapmıştır. Hâlbuki ilk hedefinde yirmi alet yapabilmek vardır.
İstanbul Gülhane Parkı’ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesinde ise sergilenen eserlerden, 140 eserin büyük bir kısmının orijinal olduğunu, eser sayısının, kısa süre sonra 800’ü bulacağını açıklıyor. Açılan müzede; astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tıp, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarında eserler ve aletler sergileniyor. Bu müzenin açılması bilim tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü özellikle Müslüman bilim adamlarının bilim tarihine katkısını çok somut bir şekilde ortaya koyan bir müzedir.
Fuat Sezgin, Almanya’daki Enstitüde yaptığı olağanüstü çalışmalarını şöyle anlatıyor:
Bugün bu enstitüde 800’den fazla alet var..
Yavaş yavaş öğreniyordum, bunu da söylemeliyim. Yani bütün bunları, Arapça, Farsça, Türkçe yazmalardan çıkardım. Bunların, Latince ve İspanyolca tercümelerini çıkardım. Benden önce bu konuda çalışan oryantalistler olmuş. Onlarda bu konuda araştırmalar yapmışlar.
Mesela Prof. Dr. Wiedemann diye büyük Alman âlimi vardır. Bu adamcağız, tam elli sene İslam bilimler tarihi ile uğraştı. Birçok aletleri, o da yazmalardan buldu. Hatta ilk alet taklidine başlayan kişi, Wiedemann’dır. Bu aletlerden bir kısmını, İspanya’da, büyük bir kısmını da Almanya’da yaptırıyordum. Bizim bir atölyemiz var. Aletlerin bir kısmının parçalarını, atölyede yapıyoruz. Birçok parçalarını da Mısır’da yaptırıyoruz, burada birleştirip tamamlıyoruz.
Her aletin yapımının, kendine mahsus bir hikâyesi vardır.
Mesela bazı saatler var. Takiyyüddin denen bir Osmanlı bilgini vardı. On tane saati tarif eden bir kitap yazmış. Onların ikisini yapmaya gayret ettik. Bunu Türkiye’de, İspanya’da, Hollanda’da, Almanya’da, Mısır’da herkese sordum. Hiç kimse yapamadı. Sonra Bremen şehrinde, saatçilikten, profesörlüğe girmiş olan bir astronomi profesörü vardı, ona yaptırdım.
Sabit yıldızlar gök haritasını, bin yıllarında yazılmış bir yazmaya dayanarak yaptık. Çok zordu. Bütün yıldızların bir koordinatları vardır. Bu koordinatları, Kahire’de bir türlü tam veremediler. Astronomi tarihi ile uğraşan, Bremen’de bir Alman bilgini vardı. Ona götürdüm. Biz bir küre yaptık. Küreyi ona gönderdim. Kurşun kalem ile bu resimleri çizerek yıldızların yerlerini belirtti. Bunu alıp, Kahire’ye götürdüm. Ondan sonra bunu işlediler.
Bundan 23-24 sene evveldi. 9.yüzyılın başında,
Halife Me’mun’un yaptırdığı bir harita vardı.
Onu, Topkapı Sarayı’nda bulunan bir ansiklopedide keşfettim. Me’mun’un haritası, benim buluşlarımın en önemlisi. Bu haritaya dayanarak, kitabımın coğrafya cildini yazmaya başladım. Coğrafya cildini yazarken, ben de herkes gibi, elimizde olan bütün haritaların, Avrupalılar tarafından yapıldığını zannediyordum. Tamamıyla bir karanlık içerisindeydim. Fakat İslam coğrafya tarihi üzerinde çalışmam, 10. yüzyıla uzanınca, benim dünyam değişmeye başladı. Yavaş, yavaş baktım ki Müslümanlar, matematik coğrafyayı kurmuşlar. Matematik coğrafya nedir? Dünya haritasının, matematik esaslara; enlem ve boylam derecelerine dayanarak haritalandırılmasıdır.
Dördüncü cilde, bilimler tarihi açısından önemli bir sonuç vardır. O da Amerika kıtasının, Müslümanlar tarafından keşfedilmiş olması. Müslümanlar tarafından Dünya haritasının yapıldığı ve bu haritaya dayanarak Christophe Colomb’un, Amerika’ya değil, Asya’ya ulaşmak istediği gerçeğine ulaştım.
Bilim Adamı ve Yabancı Dil Meselesi
Basında Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 27 dil bildiğine dair haberler çıkmaktadır. Hâlbuki o Sefer Turan’ın dil ile ilgili sorularına şöyle cevaplar veriyor:
“Mübalağa ediyorlar. Bu kitabı yazmak için bi- limler tarihinde birçok eski dili bilmem lazım, Avrupalı etütleri okumam lazım. Zaruri bulduğum zaman hemen bir dili Öğrenmeye çalışıyorum; mesela coğrafya ciltlerini yazmaya başladığımda baktım Rusçasız olmaz. Rusça öğrenmeye karar verdim, gittim Rusya’ya.”
Bir bilim tarihçisinin en az kaç dil bilmesi lazım, sorusunu da şöyle cevaplandır:
“O bir adamın gayretine bağlı, kapasitesine bağlı. Dil öğrenmek bazen zordur bazen kolaydır.”
Hayatın Sırrı İnançtadır, İnancınız Varsa Çok Şeyler Başarırsınız.
İstanbul Üniversitesi’nin fahri doktora beratı takdiminde Prof. Dr. Fuat Sezgin, başarısının sırrını inancına bağlıyor ve şöyle diyor: İslam bilimleri tarihini yazmak için o alanda yazılı bütün Avrupa dillerini bilmen lazım. Hepsini öğreniyordum. Mühim olan irade meselesidir. Ben bunu yapacağım, diyeceksiniz. O kararınızda kalacaksınız.
Benim bütün hayatım bundan ibaret.
Bir enstitü kurmaya karar verdim. Türk genci olarak bir enstitü kuruyorum kolay bir şey değildi. Üniversitede mücadele ediyordum ben bir müze kurdum, enstitü kurdum. Eğer arkanızda inancınız varsa o sizi yapıcı olmaya itiyorsa çok şeyler başarırsınız. Benim hayatımın sırrı budur.
Bir valizle gitmek zorunda kaldığı yurt dışında, aynı alanda çalışan oryantalistlerin kıskançlıkları ile karşı karşıya kaldığını ancak yaşadığı zorluklar karşısında asla pes etmediğini dile getiren Prof. Dr. Sezgin, ben şuna inanmıştım artık. “Tüm musibetler karşısında sadece Allah’a inanacaksın, başka hiçbir şeye değil” diyor.
Din ve Ahlak, Geriliğin Sebebi Olamaz
Fuat Sezgin’in gençliğe ve bütün insanlığa tav- siyesi; züht gibi yaşamak, sabrun cemil ve Allah korkusudur. Masa başında oturmak ve okumak… Gerçek bir züht gibi yaşamaya çaba gösteren Fuat Sezgin, dünyanın nimetlerinden feragat edebilmeyi kendisine şiar edinmiştir. Otuz yıldan beri evden çıkarken çantasına küçük bir ekmek parçası koyup, enstitüye gidiyor, orada da dolabındaki peynirden, yağsız reçeli ekmeğine katık yaparak yaşı- yormuş.
“İki günü birbirine eşit olan ziyandadır,” hadis-i şerifi doğrultusunda hayatını biçimlendiriyor, Müslümanların bunu kâfi derecede göz önüne getirmesi gerektiğini söylüyor, bunu da tekâmül kanunu olarak tanımlıyordu.
Aşağılık duygusundan kurtulmak gerektiğini ancak asla gereksiz bir üstünlük hissine kapılmamayı söyleyen Fuat Sezgin, sekiz yüz yıl insanlığa bir medeniyet armağan eden insanları tanımak lazım diyordu.
Türkiye’nin İslam medeniyetinin en güçlü ülkesi olduğunu, İslam dünyasında karşısında böyle bir vasfı olan Türkiye’nin yaratıcılık konumunu yeniden yakalaması gerektiğini söylüyordu.
İstanbul Gülhane`de açılan müzenin haberini yapan Cumhuriyet gazetesinin haberi Din geriliğimizin sebebi değildir, biçiminde vermesine bilhassa değinen Fuat Sezgin, bunu Cumhuriyet`e söyletebilmiş olmaktan dolayı şükrediyordu.
Türkler ve Müslümanların maddeye aşırı bir yönelme içerisinde olmalarından mustarip olan Fuat Sezgin, maddeye ulaşmak için ahlaktan ödün verilmemesi gerektiğine işaret ediyordu.
Kur’an ve Müslümanlar
Şöyle diyor Sezgin: Kur’an’da birçok ayet vardır “Dünyayı geziniz, tanıyınız” diye. Ama ben konuşmalarıma hiçbir zaman Kur’an’ı karıştırmıyorum. Bazı Müslümanlarda şöyle bir temayül var: Müslümanların yaptıkları keşifleri Kur’an’da bulmaya çalışıyorlar. Çünkü Kur’an ilahî bir kitaptır, hedefi başkadır. İnsanlara yeni bir yol getirmiştir. Muvaffak olmuştur da… Ben bunu böyle kabul ediyorum.
Bir “el kitabı” değildir Kur’an. Veya bir ansiklopedi değildir. Onu söylemek isterim size. Kataloğumun 1. cildinin 3. Safhasında George Sarton denen büyük bir bilim adamından bahis var.
Bir bilim tarihçisi. Ben sadece İslami bilimler tarihini yazıyorum. Bu adam, bütün kültür dünyalarının bilim tarihlerini yazacak kadar cesur bir adam. Çok hürmet duyduğum insanlardan biri.
Oryantalistlerin İslam bilimlerine dair müspet tespitlerini ilk defa bilimler tarihine sokan kişi. Böyle büyük bir adam, İslam bilimlerini çok iyi biliyor. Diyor ki: “Bu, İslam bilimlerinin mucizesi. Bu mucizenin sebeplerini ben çözemedim” diyor.
1956 yılında Frankfurt’ta İslam bilimlerinin ge- rileme sebepleri konusunda bir sempozyum yapıldı. Önce Fransa’nın Bordeaux kentinde yapıldı. 6 ay sonra da Frankfurt’ta yapıldı. Orada bir bilimler tarihçisi vardı.
Willy Hartner adında ve Arapçayı da iyi bilen bir bilim tarihçisi idi. İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra beni Bilimler Tarihi Enstitüsüne davet eden de oydu. Bana çok yardım etmiştir.
Frankfurt Sempozyumunda George Sarton (1884- 1956) “bu mucizenin sebebini bilemiyoruz” diyordu. “Ben de bilemiyorum” dedi Willy Hartner. Ben bu mucizenin temellerini kitabımın 1. cildinde 12 noktada topladım. Kitapta çok veciz bir bölüm var.
Franz Rosenthal Alman Yahudi âlimlerinden büyük bir oryantalistti. 1938’de Almanya’dan kaçarak Amerika’nın Yale şehrine ulaşmıştı. Bu adam çok insaflı bir bilgindi.
Orada “Antik İlimlerin İslam Dünyasındaki Devamı “diye çok güzel bir kitap yazdı.
Bu adam çok veciz bir şey söylüyor. Diyor ki:
“Eğer İslam, bilimi; bilim olarak teşvik etmeyip de bilimin insan hayatına menfaati bakımından veya başka bakımlardan teşvik etmiş olsaydı, bilimlerin İslam dünyasında bu kadar gelişmiş olmasına kâfi gelmezdi.”
Yani diyor ki İslam, bilimi bilim olarak tanımıştır.
Ben bu sözü kurmakta olduğumuz müzenin bir köşesine asacağım. Müthiş bir şey. Biz bunu bilmiyoruz işte.
Düşününüz, öyle tipler yetişmiş ki İslam dünyasında onları tanımıyoruz.
Biruni gibi bir insan mesela… George Sarton, Biruni için; “Beşeriyetin tanıdığı en büyük kafalardan biri” diyor. Daha başka neler var… Biruni Hindistan’a gidiyor, orada beş-on sene kalıyor ve Hint medeniyetine dair muazzam bir kitap yazıyor.
Hintlilerin adet ve ananeleri Biruni’yi rahatsız ediyor ama o bir Müslüman olarak “ben bunları tamamen objektif bir gözle, hissiyatımı bir kenara bırakarak, bütün hakikatlere dayanarak göstermek istiyorum, bütün gayretim budur” diyor. Öyle bir kitap yazıyor ki bugün bile Biruni’nin objektivitesi tarzında yabancı medeniyetlere dair yazılmış hiçbir kitap bulamazsınız, ta ki 21. yüzyılın başına kadar. İslam dünyasında Biruni gibi çok muazzam insanlar vardı. Biz bunları bilmiyoruz.
Müslümanların / Türklerin İlim Karşısındaki Tavırları
Fuat Sezgin, Müslüman bilim adamlarının tarih sürecindeki tavrını şöyle açıklıyor:
Müslümanlar Miladi. 7. yüzyıldan itibaren bi- limleri Yunanlılardan, Hintlilerden aldılar. Müslümanların bir meziyeti vardı. O alışlarında Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, ne olursa olsun insanları hoca olarak kabul ettiler. Müslümanlar onlardan süratli bir şekilde öğrendiler. İki yüzyıl sonra Müslümanlar bu ilk merhaleyi, yani başkalarından almayı geride bırakarak yaratıcı olmaya başladılar.
Hatta Müslümanlar onlardan bilgiyi alırken, hocalarının faziletlerini hiçbir zaman unutmadılar, onu söyleyeyim. Müslümanlar evvela yaratıcı oldular. Bu 800 yıl sürdü. Miladi 850 yılından itibaren, 16. yüzyılın sonuna kadar Müslümanlar ilimde mütemadiyen yeni şeyler keşfettiler. Yeni ilimler kurdular, eski ilimleri geliştirdiler ve ilerde kurulacak bazı bilimlerin temellerini attılar. Ondan sonra ilimler tarihinde önderliklerini yavaş yavaş kaybettiler.
Bugün Avrupa’daki bilimler, İslam bilimlerinin bir başka coğrafyada, değişik tarihi şartlar içerisindeki devamından ibarettir, diye tanımlıyorum.
Ama bugünkü Avrupa’da, Batı’da gelişmeleri yabancı bulmuyorum.
Bizim akrabalarımızın geliştirdiği safha olarak kabul ediyorum. Oradaki bilgiyi yabancı bulmadığım için bende bir aşağılık duygusu da yok onlara karşı. Aksi takdirde ben bu 17 cildi yazamazdım.
Bir Müslüman iyi şartlar içerisinde çok iyi çalışabilirse, çok büyük neticelere varabileceği inancı var bende.
Onun için milletimden, Türk milletinden, Müslümanlardan böylesi bir davranışa sahip olmalarını isterim.
Artık Türkler korkak ve taklitçi bir millet olmaktan kurtulmalıdır. Türkler yaratıcı olmalıdır.”
(Devam Edecek)