Dolar 32,5506
Euro 34,8861
Altın 2.430,78
BİST 9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Sivas 28 °C
Az Bulutlu

Dr. Pınar Kadıoğlu: “Savaş stratejisi olarak tecavüzün amacı soykırımdır”

09.06.2022
182
A+
A-
Dr. Pınar Kadıoğlu: “Savaş stratejisi olarak tecavüzün amacı soykırımdır”

Dr. Pınar Kadıoğlu: “Savaş stratejisi olarak tecavüzün amacı soykırımdır”

 

Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Uygulama Merkezi (TOKAMER)’in düzenlediği seminerde savaş stratejisi olarak Kadına Şiddet ve Tecavüz konusu ele alındı. Seminerde konuşan, Savaş ve Barış Çalışmaları Uzmanı, Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Kadıoğlu, gündelik hayatta yaşanan cinsel şiddet suçlarının; çatışma ve savaş durumlarında farklı bir boyut kazanarak, düşmanın alt edilmesinde kullanılacak güçlü ve etkili bir silah olarak ortaya çıkmasına neden olduğunu söyledi.

 

Savaşlarda kadınlar, birincil hedef

 

Dr. Pınar Kadıoğlu, kadına tecavüzün, düşmanın psikolojik ve fiziksel olarak yenilmesinde etkin bir savaş stratejisi olarak kabul edildiğini dile getirerek, “Tecavüz bu bağlamda iki temel alanda başarı sağlamak amacıyla kullanılan bir savaş silahı haline gelir. Düşmanın psikolojik olarak çökertilmesi ve Düşmanın biyolojik/fiziksel devamlılığının yok edilmesi” dedi. Psikolojik bağlamda tecavüzün, savaş durumunda toplumun tüm bireylerine yönelik gerçekleşebildiğine değinen Pınar Kadıoğlu; “kadına tecavüz yalnızca mağdurun kendisine-düşman topluma üye bir bireye verilen zarar olarak değil; toplumun tamamına verilen bir zarar olarak algılanır. Bu eylemler temelde düşmanın aşağılanması, çaresizlik ve yenilgi duygularının ortaya çıkması amacı güder. Bu nedenle de savaşlarda kadınlar, cinsel şiddet kapsamında birincil hedef haline gelir.” açıklamalarında bulundu.

 

Toplumsal anlamda moral çöküntüsü yaşatır

 

Düşmanın biyolojik/fiziksel devamlılığının yok edilmesi noktasında ise; tecavüzün, özellikle, dünyaya gelen çocukların etnik kökenlerinin baba kimliğine bağlı olarak algılandığı toplumlarda, savaş tecavüzleri düşman grubun biyolojik varlığına son vermek ve düşmanın topyekûn yok edilmesinde kullanılanılabilecek -nihai operasyonel bir araç olarak görüldüğünü dile getirdi. Dr. Pınar Kadıoğlu, soykırım amacı güden bu stratejik uygulamaların sonucunda, tecavüz yoluyla düşman kadınlarının hamile bırakılmasının mağdurun kendi grubu içinde çocuk dünyaya getirmesini engelleme ve böylece grubun biyolojik devamlılığının son bulması amacı güttüğünü belirtti. Bu bağlamda savaş stratejisi olarak tecavüzün, düşman toplumun kadın üyelerine bireysel zarar ve acı vermenin yanı sıra; erkeklerine de kadınlarını koruyamadıkları mesajını vererek toplumsal anlamda bir moral çöküntüsü yaşanmasına neden olduğunu kaydetti.  Dr. Pınar Kadıoğlu, sahip olunan, korunması ve kontrol edilmesi gereken toplum bireylerinin cinsel şiddete mağdur kalmasının önlenememesinin düşman grubun zayıflığını gösterdiğini ve galibiyetlerinin mümkün olmadığına işaret ettiğini ifade etti. Düşman grupta, direnişin yok olmasını sağlayacak bir moral çöküntüsü yarattığını ve soykırım amacı güden uygulamalarda da aynı motivasyonun geçerli olduğuna dikkat çekti.

 

Savaş Tecavüzlerinin Mağdurlar Üzerindeki Fiziksel ve Psikolojik Etkileri

 

Pınar Kadıoğlu, cinsel saldırılarına kıyasla, savaş tecavüzlerinin çok daha acımasız uygulamalar olduğunu söyleyerek, “İstisnai durumlar haricinde, tecavüz olaylarının genelde tek bir fail tarafından, biyolojik yolla gerçekleşen ve tek seferlik olaylardır. Savaşlarda karşılaşılan stratejik uygulamalar ise; genelde kurbanların kaçırıldığı ve insanlık dışı koşullarda zorla rehin tutularak, sürekli tekrarlanan toplu tecavüzler şeklinde gerçekleşir. Mağdurlara fiziksel zarar verilirken aynı zamanda sözlü taciz yoluyla ciddi psikolojik şiddet uygulanır.”açıklamalarında bulundu. Bu eylemlerde biyolojik tecavüzlerin yanı sıra nesne kullanımının yaygın olduğuna işaret eden Dr. Pınar Kadıoğlu, iç organların tahrip olması ve ani ölümlerin olmasının yansıra şiddetli dövme, yumruk atma, tekmeleme, ısırma, yakma ve sakatlama vakalarının da yaşandığını söyledi. Fiziksel eziyet eşliğinde, mağdurların hakaret, aşağılama ve küçük düşürme amaçlı sözlü tacize uğrarlar ve aynı zamanda karşı karşıya kaldıkları tehditler sonucunda- kendilerinin veya ailelerinin hayatta kalmasına yardımcı olmak için başka türlü yapmayacakları davranışlarda bulunmaya zorlandıklarını belirtti.

 

Sorunun temelinde, ataerkil yapı var

 

Dr. Pınar Kadıoğlu, savaş sonrası ortamlarda ise, savaş tecavüzlerine maruz kalıp hayatta kalmayı başarmış kadınların önemli fiziksel ve psikolojik sorunlarla yüzleştiklerini dile getirdi. Fiziksel anlamda en çok görülen sorunların; cinsel bölge, pelvik ve oral yaralanmalar, cinsel yollarla geçen hastalıklar, düşük-komplike hamilelikler, cinsel disfonksiyonelite ve kısırlık olduğunu dile getirdi. Psikolojik anlamda ise en sık karşılaşılan sorunların; travma sonrası stress bozukluğu, anksiyete, uyku bozuklukları, cinsel aktivite isteğinin yitirilmesi, depresyon, intihar düşüncesi ve buna bağlı davranışlar geliştirdiklerini söyledi.  Bütün bunların dışında hayatta kalmayı başarabilmiş kadınların bir de ataerkil düşünce yapısı nedeniyle sosyal anlamda da mağdur edildiklerini, bunun maalesef dünya çapında gözlemlenen kabul edilemez bir gerçeklik olduğunu belirtti.

 

Toplum tarafından değersizleştirip ve hor görülüyorlar. Cinsel işçi olmaya da zorlanabiliyorlar

 

Pınar Kadıoğlu değerlendirmelerine şöyle devam etti. “Savaş tecavüzü mağduru birçok kadın bu yapılar içerisinde; ebeveynleri, çocukları ve/veya eşleriyle ilişkilerinin bozulması, ebeveynleri tarafından terkedilme, toplum tarafından değersizleştirilme-hor görülme ve sosyal izolasyon nedeniyle yaşadıkları bölgeleri terk etmeye zorlanma gibi sorunlarla yüz yüze kalıyor. Değersizleştirilmenin tecavüze uğradığı için öldürülmeye kadar varabildiği birçok vakanın yanı sıra; tecavüz sonrası çocuk dünyaya getirilmesi durumunda en olumlu örneklerde mağdurun ve çocuğun dışlanması; olumsuz örneklerde ise hayat tehdit eden saldırı durumları gözlemleniyor. Toplum tarafından değersizleştirilen çatışma kaynaklı cinsel şiddet mağduru kadınlara; sağlık, polis veya adalet hizmetleri mekanizmalarının yardım etme konusunda isteksizliği oldukça sık görülen bir durum. Hatta bazı örneklerde, mağdurların kendi toplumları içerisinde yardım talep ettikleri, yasal olarak kendilerini korumakla yükümlü toplum bireyleri tarafından (polis, sağlık görevlisi gibi) tecavüze uğradıkları veya cinsel işçi olmaya zorlanabildikleri biliniyor. Savaş sonrası devam eden hayatını tanımlanamaz bir şekilde zorlaştıran bu durum, mağdurlarda korkuya sebep verdiği için, çoğu zaman (göreceli olarak) sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilecek durumda olan mağdurların sağlık alanında yardım talep etmemesine bu nedenle de hayatlarını yitirmelerine de neden oluyor.” Pınar Kadıoğlu, sonuç olarak sorunun temelinde ataerkil düşünce yapısında kadının konumlandırılması yattığını ve yapılması gerekenin semptom tedavisinden çok, süregelen bu ataerkil yapının, toplumsal cinsiyetçi yaklaşımların önüne geçilmesi olduğunu söyledi.

 

Dr. Pınar Kadıoğlu, tarihteki olaylardan önemli örnekler de verdi.

 

İkinci Dünya Savaşı-Japon İşgalleri

1932 ve 1945 yılları arasında (İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında) Japon İmparatorluk Ordusu askerleri, işgal ettikleri ülkelerdeki kadınları seks kölesi haline getirmiştir. Rahatlama istasyonları adını verdikleri yerleşkelerde, 1932 ve 1945 yılları arasında Kore, Çin, Filipinler, Burma, Tayland, Vietnam, Malaya, Doğu Hint Adaları, Portekiz Timor ve Yeni Gine’den yaklaşık 200.000 kadın sistematik tecavüze uğramıştır. Hayat kaybının yüksek olduğu bu istasyonlarda, kadınlar 3 ila 5 yıl tutuklu tutulmuş ve bireysel olarak günde 5 ila 20 kez tecavüze uğramıştır.

Bu tarihler arasında bilinen en büyük vakalardan biri ise1937 yılında gerçekleşen Nanking Katlimı’dır. Çin Cumhuriyeti ile Japon İmpatorluğu arasında geçen savaşta gerçekleşen olaylarda; 6 hafta içerisinde 300.000 sivil öldürülmüş, 80.000’e yakın kadın tecavüze uğramıştır.

 

Ruanda Soykırımı

 

7 Nisan- 15 Temmuz 1994 tarihleri arasında Ruanda iç savaşı sırasında gerçekleşmiştir. Hutu etnik grubunun Tutsi etnik grubunun nihai olarak yok edilmesi amacı güttüğü saldırılarda Tutsi ve Tutsi sempatizanı olmakla suçlanan 800.000 kişi öldürülmüş, 500.000’e yakın kadın tecavüze uğramıştır.

Toplu tecavüzler, siyasi liderler, askeri generaller ve milita başkanları tarafından teşvik edilmiş, kaçırılan- alıkoyulan kadınlar tecavüzler sonrası kıyafetsiz olarak kafeslere konularak teşhir edilmiştir. Cinsel saldırılarda ani ölümlere neden olan objeler sık olarak kullanılmış. Bunun yanısıra, Tutsi grubunun soykırımının tam olarak gerçekleştirilebilmesi için kadınlara AIDS bulaştırılması amaçlanmıştır.

 

Bosna Savaşı – Srebrenica Soykırımı

 

1992-1995 yılları arasında Bosna Savaşı sırasında gerçekleşmiştir. Temelde Sırplar’ın Boşnak ve Bosnalı Hırvatlar soykırım amaçlı saldırıların düzenlediği olaylarda 3 yıl içerisinde 110.000’e yakın insan hayatını kaybetmiştir. 1995 yılında gerçekleşen Srebrenica olaylarında ise 8.000’den fazla Boşnak kısa süre içerinde öldürülmüştür.

Tecavüzler, Sırp siyasi liderleri ve askeri generalleri tarafından Sbrebrenica olayları sırasında özellikle teşvik edilmiştir. Kurulan tecavüz kamplarında her gece toplu tecavüzler gerçekleşmiştir. Bunun yanısıra, çatışma sırasında bir çok kadın erkek aile üyelerinin önünde tecavüze uğramış ve tecavüz sonrası aile bireyleri gözleri önünde öldürülmüştür. Hamile kalan Boşnak kadınların işkence altında tutulup, etnik/biyolojik devamlılığın bitirilmesi adına zorla doğum yapmaları sağlanmıştır.

 

Kongo İç Savaşı

 

Kongo’da 1996 yılından beri süregelen iç çatışmalarda gerçekleşen savaş tecavüzü vakaları (raporlanmış) en büyük sayıya sahiptir. Bu nedenle Kongo olayları, tarih boyunca deneyimlenen en vahim vaka olarak kabul edilmektedir.

Yerel milita örgütleri ve Kongo ordusu arasında halen devam eden çatışmalarda, net olarak raporlanan 2011 yılı tecavüz vaka sayısı 40.000’dir. Olayların başlangıcından, bugüne kadar 5 milyonu aşkın ölüm ve 2 milyona yakın savaş tecavüzü vakası olduğu tahmin edilmektedir.

Kongo’da tecavüz, bir strateji olarak açıkça deklere edilmiş bir uygulamadır. Soykırım amacı güdülmesinin yanı sıra, özellikle son 5 yılda milita tarafından kısa vadede kontrol edilmek istenen bölgelerden sivillerin dışarıya çıkmaya zorlanması amacıyla bir terör methodu, ve pazarlık aracı/tehdit olarak kullanılarak Kongo devletinin müzakereye zorlanması amacıyla kullanılmaktadır.

Aynı zamanda, hem milita hem devlet yetkilileri taradından düşmanla işbirliği içinde olduğu düşünülen kişilerin cezalandırılması adı altında meşrulaştırılmaktadır. Tecavüzlerin meşrulaştırılmasının bir diğer sebebi ise, Kongo’daki bazı grupların bakirelerle cinsel ilişkiye girilmesinin savaşta şans getireceğine inanmalarıdır – bu nedenle 5 yaşa kadar inen kız çocuğu tecavüzlerine sık rastlanmaktadır.

Kongo’da yaşanan tecavüz vakalarında; mağdurlarının yerde açılan deliklerin içerisinde tutulması, sistematik olarak günlük 10 ila 25 kere tecavüze uğramaları, toplu tecavüzler, tecavüzlerde ani ölümlere sebep olması amacıyla keskin objelerin kullanılması ve kadavralardan alınan fetüslerin mağdurlara yedirilmeye çalışılması gibi insanlık dışı uygulamaları içerdiği rapor edilmiştir.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.